"Philo-sophia" = "Bilgelik sevgisi" demek. Peki, bugün Felsefe'nin bilgelikle ilişkisi nedir? Bilge insanlar Felsefeciler arasından mı çıkar? Aforizmaların bilgelikle ne ilgisi var? Bir aforizma ustası olan Nietzsche bu konuda derdi? Açık Bilinç'te Felsefe tartışmalarına devam ediyoruz.
"Her işte bir hayır vardır" --mı, sahiden?
"Beni öldürmeyen, yalnızca daha güçlü yapar" --mı, gerçekten?
"Bilgelik" derken, aforizmalar (vecizeler) tarzında ifade edilen ve ağzımızdan düşmeyen bu tür genellemeleri mi anlamalıyız?
-- / --
Felsefe'nin "bilgelik sevgisi" olarak adlandırılması, bu terimi kimin ilk ortaya attığı tartışmalı olsa da, Antik Yunan dönemine ait.
Belki o dönemin kimi felsefecilerini, sokaktaki insanlara nasıl yaşamaları gerektiğine dair yol gösteren "bilge kişiler" olarak niteleyebiliriz.
"Etik" alanında çalışan Felsefeciler bugün de elbette iyi/kötü, doğru/yanlış hakkında düşünce üretiyorlar.
Fakat "bilgelik" konusu, Felsefe'de ne Ortaçağ'da, ne Modernite'de, ne de çağdaş dönemde, Antik Yunan döneminde olduğu merkezi yere artık sahip değil.
"Bilgelik" konusunun çağlar içindeki macerası, başlı başına başka bir program konusu olabilir.
Ama benim bu hafta üzerinde durmak istediğim soru, "bilgelik" arayışında çağdaş Felsefe'nin rolünün ne olduğu.
-- / --
Son iki haftanın programlarında konuğumuz Ümit Yalçın, bugün Felsefe'nin temel işlevinin bir tür "zihinsel temizlik işçiliği yapmak" olduğu söyledi.
Kavramların ve her alandaki akıl yürütmelerin analizinin ön plana çıktığına dikkat çekti.
Peki ama "bilgelik" konusunu nereye koyacağız? Bilge insanları nereden bulacağız?
Ben bugünkü haliyle Felsefe'nin bilgelikle, eskisinden farklı ve dolaylı da olsa bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum.
Çağdaş Felsefe eğitiminden bilgelikle ilgili ne beklenebilir, biraz bunu açıklamaya çalışacağım.
-- / --
"Bilgelik", her şeyden önce, "nasıl davranmalıyız, kim olmalıyız, hayatımızı nasıl yaşamalıyız?" gibi sorular karşısında, üzerine kafa yorduğumuz erdem ve ilkeler doğrultusunda, içgörülü ve anlayışlı kararlar alabilmek, o doğrultuda bir hayat sürebilmekle ilgili.
Bu gibi konularda yol gösterici olma iddiasındaki temel metinlerin çoğunun, gerek Doğu gerek Batı düşüncesinde, dini bir çerçevede ele alınmış olduğunu görüyoruz.
Peki, seküler bir bakış açısıyla Felsefe'nin bilgelikle ilgili soruları yanıtlamakta yapabileceği bir katkı var mı?
Elbette var. Ama dolaylı bir katkı.
Burada konuyu geçen iki haftanın tartışmasına ve Felsefe'nin bugün sahip olduğu işleve getirmek istiyorum.
-- / --
Felsefeci titizliğiyle yapılan bir analiz, bize bilgece bir yaşamı doğrudan işaret eden yanıtlar vermeyebilir.
Ama, en azından, nelere hangi temelde inanmamız ve/ya inanmamamızı göstererek bir "akıl süzgeci" sunar.
Felsefe'nin "dolaylı katkı"sından kastım, bu.
Bir örnek vereyim.
19. yüzyılın belki en nev-i şahsına münhasır felsefecisi olan Friedrich Nietzsche, 1888'de yayımladığı ve Türkçe'ye "Putların Alacakaranlığı" olarak çevrilen kitabında, bizlere bir dizi aforizma sunar.
"Beni öldürmeyen şey daha güçlü kılar" cümlesi, bu kitaptan.
Nietzsche'nin bu sözü, dünyada en çok alıntılanan aforizmalar arasında.
Onlarca şarkı sözü içinde de kullanılmış.
Peki biz bu "beni öldürmeyen şey daha güçlü kılar" cümlesini nasıl anlamalıyız?
Bu aforizmayı bir felsefi analize tabi tutabilir miyiz?
-- / --
Öncelikle şunun altını çizeyim. Nietzsche, aforizmaların hiç bir zaman nihai doğrular ifade etmediğini, ancak felsefi meselelere temas etmemizi sağladığını söylüyor.
Bu anlamda, Nietzsche'nin bu aforizmayla kastettiğinin, popüler kültürde kullandığımız anlam olduğunu sanmıyorum.
Nietzsche uzmanı değilim. Bu konuyu ileride bir Felsefe Portreleri programında, benden daha yetkin birisiyle konuşmak istediğimi belirterek, şarkı sözlerinde de yer alan "beni öldürmeyen şey daha güçlü kılar" cümlesini Felsefe açısından nasıl anlayabileceğimize bakmaya çalışayım.
-- / --
Nietzsche'nin aforizmasını, bilgiye dair bir tür "epistemolojik alçakgönüllülük" örneği olarak okuyacaksak, buna bir itirazım yok.
Sahiden de bazen bizi yaralayan şeyler, öngöremeyeceğimiz şekilde iyi ve ileride bizi daha güçlü kılacak faktörler olabilir.
Ama Nietzsche'nin aforizmasının popüler kültürde alıntılanması, genel olarak iddialı ve genelgeçer bir metafiziksel tez olarak yer alıyor.
Burada neredeyse, "her yaralanma iyidir, sonunda mutlaka daha güçlü oluruz" gibi bir iddia var.
Ama öyle mi sahiden?
Bu sözden çok hoşlananları hayal kırıklığına uğratmak istemem ama Nietzsche'nin aforizmasını bir tür "yaralanmaya övgü" olarak okumayı doğrusu abes buluyorum.
Bazı yaralar insanı güçlendirmez, zayıflatır. Bazılarıysa ömür boyu sakat bırakabilir.
Bir dip not olarak ekleyeyim, Nietzsche hayatı boyunca pek çok zorlukla mücadele etmek zorunda kalmış bir kişi.
Bu aforizmanın yayımlanmasından bir yıl sonra, ciddi bir sinir krizi geçiriyor; o günden sonra da pek toparlanamıyor.
Daha güçlendiğini söylemek zor.
-- / --
Nietzsche'nin aforizmasıyla akrabalık gösteren, ve ancak tektanrılı dinlere ilişkin "kötülük problemi"ne cevap olarak verilebilecek, ama her durumda sürekli kullanır olduğumuz bir başka vecize de, şu:
"Her şeyde bir hayır vardır."
Öyle mi, gerçekten?
-- / --
"Tanrı'nın her şeyi bildiğine, insanların yalnızca iyiliğini istediğine, ve her şeyi yapmaya muktedir olduğuna inanıyorsanız, bu dünyada kötülüğün olmaması gerekir.
O halde, kötülük gibi görünen her şey, aslında bizim kısıtlı aklımızda anlayamadığımız bir iyilik içeriyor olmalı."
Özetle, "kötülük problemi"ne verilen en standart cevap bu.
Bu çerçevede, belki "her şeyde bir hayır vardır" iddiasına da inanabiliriz.
Ama dini yaklaşımın dışında duruyorsak, hangi sebeple ve niçin "her şeyde bir hayır olduğuna" inanacağız?
-- / --
Şimdi toparlayayım: Bugünlerde "bilgelik" görüntüsü altında, yukarıda örneklemeye çalıştığım gibi, bir takım beylik genellemeler içeren vecizelere rağbet ediyoruz.
İsteyen istediği gibi inanabilir, davranabilir elbette. Ama Felsefe geleneği içindeki bilgelik kavramı, bu değil.
Ben çağdaş Felsefe'nin titiz ve eleştirel bir analize dayalı yönteminin bir işlevini, bu gibi genellemeleri doğru biçimde süzerek, her önümüze çıkan vecizeyi derin bir düşünce içeriyormuş ve bir bilgelik örneğiymiş sanmamızı sorgulatmasında görüyorum.
-- / --
"Başarıya giden yok, engellerle doludur."
Buyrun size bir aforizma daha.
Evet, doğru bir söz olabilir; belki öyledir de gerçekten.
Ama bu tür genellemeleri seviyorsak, Felsefe metinleri yerine fallı sakızların (veya Çin kurabiyelerinin) içinden çıkan küçük mesajlara bakmamız daha yerinde olabilir.
-- / --
1980'lerde uzun yıllar çok satan kitaplar arasında yer almış ve efsanevi bir yere sahip olan, İngiliz yazar Douglas Adams'ın alaycı komedi / bilim kurgu kitabı "Otostopçunun Galaksi Rehberi"nde, konumuzla ilintili olabilecek bir bölüm var.
"Her şeyi bilen" bir süper bilgisayara, "hayatın, evrenin, ve herşeyin anlamı nedir?" diye soruyorlar.
Uzun uzun çalışan bilgisayar sonunda şu cevabı veriyor:
42.
Bu, tabii, son derece saçma bir cevap.
Çünkü hayatın anlamını merak edenler, aslında "bilgece" bir cevap bekliyorlar.
Ama Adams tipik alaycılığıyla "böyle bir soruya ancak böyle bir cevap yakışır" demeye getiriyor.
-- / --
Sonuç olarak "bilgelik" dediğimiz şey hayatımız boyunca okuduğumuz romanlar, seyrettiğimiz filmler, dinlediğimiz şarkılar, arkadaşlarımızla sohbetlerimiz, insanlarla ilişkilerimiz, yıllar içinde edindiğimiz inançlarımız, değerlerimiz, ve kendimizle ilgili düşüncelerimizle berraklaşıyor.
Bunu tek satırlık kısa aforizmalardan nasıl bekleyebiliriz?
-- / --
Bu hafta, çağdaş Felsefe'nin "bilgelik" ile olan dolaylı ilişkisine değinmeye çalıştım.
Önümüzdeki bir kaç hafta daha, bu çizgide Felsefe tartışmalarıyla ilerlemeyi düşünüyorum.
Haftaya: İyi ahlaklı bir kişi olmak için, dindar olmak gerekli midir ve/ya yeterli midir?